Bir terbiye örneği; Moskova yolculuğu

4 Ocak 2015 Pazar

Öncelikle bu yazıyı anca şimdi yazabiliyorum. He çok zamanım olmadığından mı? yok değil. Sadece yeni bu yazıyı yazama havasına girebildim. Burada Moskova gezimi anlatmayacağım. Sadece yolculuk eziyetini. Gezi daha sonra.

Riga Moskova yolculuğum hayatımdaki en berbat ve insanı terbiye eden, hayata başka açıdan bakmasını sağlayan bir yolculuk oldu. 16 saat sürecek yolculuk için dört arkadaş tren bileti aldık. Önceden hiç şehirler arası dahi tren yolculuğu yapmadığım için treni pek hayal edemiyordum. Hani en azından havadar bi şey bekliyordum.
Zaman geldi trene geldik. İçeri ilk adımı attığımda hayallerimden çok daha farklı olduğun, insanların sıkış tepiş oturduğun ve içeride 2 nefeslik hava olduğunu görünce bir anda şoka uğradım. Ayriyetten ekstra para vermeyip, cimrilik yapıp koltukları random almıştık. 16 saatlik yolculuk en azından muhabbet eder, oyun oynarız bir şekilde geçer diyorduk. Lakin  birbirimizden ayrı olarak geçecekti.

Koltuk numaramı buldum ve yerime oturdum.
Çantamda 1 adet sudoku ve telefonumda bin bir çeşit şarkı vardı. Yolculuk için onlara güveniyordum.
Bir de ekstra olarak bol bol sandviç vardı.
Kompartımanda iki genç 3 genç 2 yaşlı rus arkadaşım vardı. İlk başta genç arkadaşları görünce "İngilizce biliyorlardır, onlarla muhabbet ederim" diye içimden fısıldayıp kendimi rahatlatıyordum.

Yolculuğun ilk başlarında müzik dinleyerek rahatlamaya 16 saatin nasıl geçeceğini düşünmemeye çalışıyordum. Bir saat geçtikten sonra gençlerin 2 tanesi ve 1 yaşlı teyze kart oyunu oynamaya başladılar. Bana da rusça oun teklif ettiler ve ben rusçayı iyi bilmediğimi ingilizce konuşmalarını söyledim. Ama oda ne! gençler ingilizce bilmiyor. Ben şok, ben mefta :(. Nazikçe oyun tekliflerini reddettim, onlarda "hihih" diye gülüp oyunlarına devam ettiler.

Onlarla oyun oynamayı çok isterdim. Zaman geçirmek için iyi bir taktik.

Kulaklıklarımı geri taktım, içerideki kokuyu duymamaya çalıştım.
Koltuklar da acayip rahatsız ve sert.
Yaşlı teyzelerden oyun oynamayanı biraz sert kadın. bir de yanımda oturuyor. Onun da stresi sardı beni. Elinin tersiyle beklenmedik bir anda yapıştıracak gibiydi sanki.
Kompartımanın sigara içme bölümüne hemen bitişikti. İnsanlar sürekli sigara içmek için gidip geliyorlardı ve benim omzuma çarpıyorlardı. Oturduğum yer koridor tarafı ve omuzlarım da biraz geniş olunca bu bir zamandan sonra sıkıntı yaratmaya başladı. ( Yaşlı rus teyzelerin şişmanlığından söz etmiyorum).

Zaman geçtikçe ve hava karardıkça insanlar uyuma moduna geçip üstlerine pijamalarını girmeye başladılar. Kompartımanlarda ki yatakları alan paralı teyze ve amcalar tek tek yukarı çıktılar.
Ben uzun yolculuklarda kesinlikle uyuyamayan biriyim. "şimdi millet uyuyacak ben ne yapıcam" diye düşünürken içeride yavaş yavaş ilerleyen radyodan bir müzik ilişti kulağıma. Oda ne? Tarkan-Kuzu Kuzu :) Bir Tren rusun arasında Tarkan duyunca bir garip oldum. Zaten sıkıntıdan be bel ağrısından geberecektim, şarkıyı duyunda ağlamaya geçecektim az kaldı.

Yaklaşık 4 saat geride kalmıştı ve benim o sert koltuklarda oturmaktan götüm uyuşmuş ve belim tutulmuştu. "Allahım neden paraya kıyıp uçakla gitmedim" diye ağlıyordum için için. Daha 14 saat vardı. İçerideki görevliyi yakalayıp "hiç ara verecek miyiz?" diye sordum. "Hayır" cevabı alıp yerime oturdum.  Hani diyebilirsiniz "ne abarttın arkadaş, otur götünün üstüne git. Biz 24 saat İstanbul'dan Antep'e gidiyoruz" Otobüs olsa giderim sıkıntı yok. Ama bu tren ve içeride gram hava yok ve kompartıman çok sıkışık ve leş kokuyor.


Artık yavaş yavaş uyku belirtileri gelmeye başladı. Yanımdaki asık suratlı teyze yukarı yatağına çıktı. Tatlı teyze götünü devirdi koltuğa yattı ve ayaklarını bana dayadı. Ona baktığımı görünce güldü üstüne. Karşımdaki çocuklarda yavaştan uyku hazırlıklarına başladılar. Herkes yumaya başlayınca, kabin içindeki ışığı çok kısık hale getirdiler. Artık sudoku da çözemiyordum. Işık sönünce uykum da gelmeye başladı yavaştan. Ayakları da ileri uzatamıyorum. Tam işkence. Kafamı sadece arkaya yaslayabiliyorum. Sağ ve sol yok. Arada ayaklarım açılsın diye arkadaşlarımı ziyaret ediyor, onların da benim gibi kötü hatta bazılarının daha kötü olduğunu görünce yalnız olmadığımı anlayıp geri dönüyordum.

Kenardaki tekli koltuklarda oturan biri uzun saçlı gözlüklü genç çocuk ve diğeri yaşlı amca kalkıp başka yere gittiler. koltuğun ortasındaki masa katlanıp koltuğa dahil oluyor ve küçük bir yatak oluyordu. Bunlar 20 dk falan geri gelmeyince ben de direk atladım. masayı kapatıp direk uzandım. Rüya gibiydi. Belimde bi uyuşma ve hafif rahatlama geldi. İçimden sahiplerinin gelmemesi için dua ediyordum. Yavaş yavaş inen bir ucu delik uyku yastığımı başımın altına koydum. Ceketimi çıkartıp üstüme örttükten sonra Rus teyzenin osuruk sesi eşliğinde uykuya daldım. Çok değil yaklaşık 2 saat sonra tekrar uyandım. Hava hafif aydınlanmıştı ve koltuğun gerçek sahibi gelmiş, benim yerime oturmuş beni izliyordu. Hemen bi utangaçlıkla toparlanıp yerime geçtim. Adamcağızda kendi yerine geçti.
Rusya sınırına geldik. Tren durdu. Rus askerleri trene tek tek bindi. Bizim bölüme sert bakışlı kadın bi asker bindi. Pasaportları topladı gitti.  Uyuyan Rus teyzeler "sülalem raad" triplerinde yataklarından kalkmadan pasaportlarını verdiler. Ben ise 3,5 atıyordum yine sıkıntı yaşayacağım diye.   Daha önceden Kaliningrad'a girerken 30 dk sorguya çekildiğimden bu sefer de korku vardı içimde. Yine sıkıntı yaşayacağım diye. Lakin öyle olmadı. Asker yaklaşık 15 dk sonra geldi. Pasaportları geri verdi. Sadece " Letonya'da mı yaşıyorsun" diye bir sor sordu. Büyük ihtimal trenin çok kalabalık oluşundan dolayı geçiş daha hızlı  ve kolay oldu. Kalabalık adamla uğraşmak zor. Bi otobüs insan olsa kolay tabi.


Sonra bayağı bir süre daha yola devam ederek Moskova'ya vardık. İndiğimde yeni doğmuş bir bebek gibi oksijen ciğerlerimi yaktı.